14 Ağustos 2009 Cuma

MOS ve Motosiklet Bakım Sanatı-BAŞLANGIÇ

Her şey geçen senenin Ocak ayında MOS'un cep telefonuna gelen bir kampanya mesajıyla başladı. Piaggio-MP3'ler &Club kartı olanlara % 25 indirimli! O günden sonra o mesajların boşa atılmadığına inandım, pazarlama stratejisinin işe yaradığı insanlar (hatta pazarlamacılar) da olabiliyormuş.
O günden bu yılın Haziran ayına kadar bu mini(k) scooter ile gayet mutluyduk. Hatta onun bir adı bile vardı: Jaku! Trafikte önde iki tekeri gören herkes dönüp bakıyordu. İkoncan tipli kızlar erkek arkadaşlarına önde iki tekeri olmasını öne sürerek kendilerinin de kullanabileceklerini ima ediyorlardı. Şiddetle koruyordum Jaku'yu, bu 3 tekerlekli ama tekerleklerin ikisi arkada değil diye.

Kendisi 250 cc'cik olduğu için şehir içinde, boğaz olsun, alışveriş merkezi olsun, iş olsun hep yakın yerlere götürdü bizi. En uzak gittiğimiz yer Polonezköy'dü. (Pardon Bahçeşehir daha uzaktı sanırım.) Sonra bir 19 Mayıs tatilinde Ağva'ya gidelim dedik.

İlk defa Polonezköy'e giderken hissettiğim, temiz havanın kaskımın içine dolması, ellerimi bıraksam her an yol kenarındaki ağaçlara, dallara değebilme hissi üniversitede okuduğum kitabın şu cümlesini aklıma getiriyordu sürekli: "Arabayla gezerken hep kapalı bir yerdesinizdir ve alışık olduğunuzdan, araba penceresinden gördüklerinizin televizyondakilere benzediğini farketmezsiniz. Pasif bir gözlemcisinizdir ve sizinle birlikte giden sıkıcı bir kafes içindesinizdir. Motosiklette bir kafes yoktur. Her şeyle doğrudan temastasınızdır."

Şile-Ağva yolu ise bu hissi daha uzun süre yaşatan bir yoldu ama Jaku'dan vazgeçmeyi hiç düşünmüyordum. Ama kim bir artçının düşüncelerini dinler ki... Ağva tatili ve yukarıdaki hislerimi paylaşmam MOS'un aklına karpuz kabuğu düşürdü ve Jaku'nun bize yetmeyeceğine, daha uzun mesafeler yapmamıza uygun olmadığına karar verdi.

Epey bir uğraştı beni ikna etmek için, ama Jaku'dan vazgeçmeyecektim. Tüm itirazlarıma rağmen ve hatta satmamayı kabullenmiş olmasına rağmen bir haftasonu, ÖTV indirimini de fırsat bilerek şu anki motorumuz sıfır bir Honda Transalp ile eve geldi. Tüm korkularıma rağmen yapacak bir şey yoktu. 1000 km yapana kadar artçılık yapmadım. 1000 km'nin çoğunu eğitimleri sırasında yaptı ve beraber ilk gezimizi evlilik yıldönümümüzde Sapanca'daki Richmond Otel'e yaptık.

Bu yolculuk bir nevi iki hafta sonrası için planladığımız ilk motosikletli tatilimize hazırlık olacaktı. Bir artçı olarak patates çuvalı gibi davranma, az eşya ile yolculuk, Jaku'da (bilmediğimiz için) kullanmadığım dizlik, eldiven, boğazlı bot ve yeni yazlık montuma alışma, MOS'un da artçıyla motosikleti tanıması evreleri başarıyla ve keyifle geçtikten sonra tüm korkularıma rağmen Kaz Dağları+Bozcaada gezisini Transalp ile yapmaya ikna oldum.
P.S.:Henüz bu gerçeklerden ailemin haberi yok beni okuyan tüm spoilermanialara duyrulur.

19 Haziran 2009 Cuma

Gugli gugli gugli


Belki Sertab gibi meşhur bir quantum fizikçisini evimizde yemekte ağırlayıp onu soru yağmuruna tutamıyoruz ama çok şükür kadim bir dostumuz sayesinde müthiş filmler izleyebiliyoruz.

7 Haziran 2009 Pazar

Be ne yaman çelişki..

Çelişki 1: Şu iki yazıyi aynı kadın köşeyazarı yazmış güya..
Okumaya üşenecekler için özetleyeyim:İlkinde yazar manitasıyla kaotik şehir İstanbul'dan kaçıp Bodrum'da dağ başında kiraladıkları evde gayet "haysiyetli "bir hayat sürdüklerini anlatıyor.Doğal ortam ya, sonra bir sabah kalktıklarında yatak odalarında buldukları köpekten bahsediyor.Çok sevimli bu köpekcik hakkındaki beslesek de mi saklasak, beslemesek de mi saklasak "vicdan muhasebelerini" de ekledikten sonra yazıyı kimseye zararı olmayan hayvanlara eziyet çektiren "pis heriflere" giydirerek noktalıyor.
Oysa hatırlıyorum, çok değil 10 gün önce de Dublin'deki bahisli tazı yarışlarını ballandıra ballandıra anlattığı ikinci yazıyı yazmıştı.Kendi kendimden şüphelendim ilk yazıyı tekrar okudum acaba ince bir dalga geçme var da benim sarı kafam mı anlamadı diye. Yooo gayet de yarışların reklamı şeklinde bir yazı, altında internet sitesi bile var, tipik bir hayatımıza yön veren haftasonu eki yazısı (alıntı: Acar Baltaş).
Çelişki 2: "Kanalları zaplarken gördüm ki" yalanına sığınmadan açık açık söylüyorum bir magazin programı izlerken gördüm 2005 yılında Best Model of the World olmuş kızımız evlenmiş, bir de nerde bilmem (google yapınca öğrendim Yalovaymış)bir köy evinde yaşıyormuş (ama ev son derece modern), evinin köşelerini de çıkmış magazin programında anlatıyor. Bilmem ne yumurtalarının içine renkli ışık koyduk, gece lambası oldu. Lavoboyu eşim bilmem neden yaptı...
Çelişki 3: Benzer bir şeyi beğendiğim bir şarkıcı da yapınca pes dedim. 3 ay kalırız döneriz diye gittikleri ama 3 yıldır yaşadıkları Bodrum'daki (hep de Bodrum, ulan biriniz de Manisa'nın bir köyüne gidin) mütevazi evlerinin kapısını bir dergiye açmış. Yazının başlığı da gözlerden uzak, huzurlu bir yaşam...Ben her şeyi öğrendikten sonra neresi gözlerden uzak bu yaşamın allahaşkınıza.
Bu çelişkiler uzar da gider, ben çok sade bir şekilde evlenmek istiyorum diyerek, "söz+nişan+kına gecesi+gelin bohçası+hamam sefası+nikah+düğün..." yapıp evlenme sektöründe gereksiz şişkinlik yaratanlardan, "bu sayımızda çevreyi korumaya nasıl katkıda bulunuruzu işledik" diyerek 500 sayfalık dergi basanlara kadar...
Tüm bu çelişkilere inat bence gayet tutarlı, popüler deyişle "arkası dolu" bir proje de var son zamanlarda gözüme çarpanlar arasında:"Yavaş şehirler".
Yavaş şehir (Citta Slow) İtalya'da başlayan bir akım. Yavaş şehir akımının amacı yaşanır şehirler yaratmakmış. Logosu da var, salyangoz:)
Ama bu unvanı alabilmek ve salyangoz logosunu kullanabilmek öyle ben yaptım olduyla olmuyor. Bunların kabul ettikleri bir amaçları var, bunu bir anlaşma ile yazılı hale getirmişler, yavaş şehir olabilmenin ve kalabilmenin şartları var ve şehirlerin bu şartları yerine getirip getirmediğini kontrol eden bir sistemleri var.
Bizde olduğunu düşünemiyorum bile, "X'i yavaş şehir ilan ettik!", hurra tüm kaotik şehir İstanbul'dan sıkılmış paralı enteller X'e üşüşür, evlerini fabrikasyon İkea, adresistanbul eşyaları ile döşerler, ciplerine binip dolaşırlar, evcil hayvanlarını para karşılığında bekçinin, bakkalın oğluna gezdirtirler ve bir kaç ay sonra da dergilerde, magazin programlarında biz çok haysiyetli ve huzurlu bir hayat yaşıyoruz diye boy göstermeye başlarlar.
Aman allah korusun...

7 Nisan 2009 Salı

Mamut'un Düşündürdükleri

How many lives are dying while we were trying to survive (or spend) in our western lifestyles?

25 Mart 2009 Çarşamba

Sığınacak Limanlar

Hepimiz canımız sıkkın olduğunda sığınacak bir liman arıyoruz bunu anladım. Herkesinki farklı. Kendiminkini çok zor geçen şu günlerde keşfettim. Kendimi dizilere vermek. En son sardığım dizi Fringe!eyooooo...Ama benim bu dizilere sarmam çaresiz sıkıntılar zamanında oluyor, elin kolum bağlı oturduğum zamanlarda, yani sadece zamanla halolacak sorunlarda. (bknz. geçen sene Nisan-Haziran aralığı)
Fringe, yine Lost'un yapımcılarından ama Lost gibi olmayan bir dizi...Gene sorular var ama sorular böyle episodelar hatta seasonlar sonra cevaplanmıyor. Yanında tabiki Lost yeni sezon, sümüklü Grey's Anatomy, yerlilerden de Melekler Korusun. O Hümeyra yok mu Hümeyra var olduğu her şeyi güzelleştiriyor bence (Avrupa Yakası hariç). Düzenli olarak sardıkdıklarım bunlar ama rastladıkça izlediklerimi de sayarsak çıldırmış olduğum ortaya çıkabilir...İnsanın içinden hiçbir şey yapmak gelmediği zamanlarda benim en iyi kafa dağıtma yolum buymuş işte.
MOS'unki ise bize biraz pahalıya mal oluyor, oldu değil çünkü olmaya devam ediyor.Senede toplasam toplasam 1 kere seyahate gidiyorum iş için, geçen sene gittiğimde (bir cinnet anında silindiği için yazının linki verilememektedir) malum fotoğraf yazıcısını almıştı. Bu seferki gidişimde ise ne yapmış etmiş tüm hayırlarıma rağmen Macbook Pro almış. Neymiş efendim, Vatan Bilgisayar'da Microsoft Office orijinal programını alanlara (200 TLya) her ürün % 25 indirimliymiş, bu fırsat kaçarmıymış. Sadece onunla kalsa yine üzülmeyeceğim, aletin her türlü çevrebilimlerini de alınca astarı yüzünden pahalıya geldi valla. Yok faresiydi, harici harddiskiydi, taşıma kılıfıydı, programlarıydı, soğutucusuydu....vs.vs.
Neyse ki tüm bunlar dizileri seyretmemi sağlıyor da ondan çok ses çıkaramıyorum.

18 Mart 2009 Çarşamba

Bazı First Ladyler Şarkı Söyler...

Bayrak a.k.a. Oltalar Suyun Altında Karıştı...

"Sevdiğinin sevdiğine zarar verebilir misin?" ...

Kendini zeki eserleri gördükten/okuduktan/dinledikten sonra iyi hissedenler mutlaka izlemeli bu oyunu. Oyunun iletişimsizlik üzerine kurulduğunu söylüyor googledan çıkan siteler, ama hiç bir yerde konusundan bahseden yok. O yüzden ben de bahsetmeyeyim, hiç bir şey bilinmeden izlenince daha zevkli oluyor. Rahatsız garajistanbul salonuna rağmen 2 saat 10 dakikanın nasıl geçtiğini anlamadım. Kendisini göremesek de yazar ve yönetmen Berkun Oya'yı her yerde hissettim. Farklı olmak ne demek deseler Berkun Oya derim. Kendisi oyundan çıktıktan sonra gündelik hayat dönmeden önce hiç değilse 5 dakika istemiş izleyicilerinden. Ne 5 dakikası, daha uzun bir süre Gölge'de Zeynep'le oyunu konuştuk. Daha da düşünürüm ben...